Canlı Yayın
Dinlediğini Paylaş

Kitap Ayracı

                                                                                     KİTAP AYRACI

                                                                                   -Radyo Tiyatrosu-

                                                                                         8. BÖLÜM

(Sahaf dükkânının içinde Eleni Karaindrou’nun Theme of Uprooting isimli parçası çalmaktadır. Yusuf her zamanki gibi içeri girer, ama Alper içerde yoktur. İçeride Yusuf’un tanımadığı başkası vardır. Yusuf’un tedirgin bir şekilde içeriye doğru yürür.)

Yusuf: Merhaba.

Yazar: Merhaba Yusuf.

Yusuf: (Şaşkınlıkla) Beni tanıyor musunuz?

Yazar: Tabi ki tanıyorum Yusuf.

Yusuf: Ben sizi tanımıyorum ama…

Yazar: Kendimi tanıtmak için geldim.

Yusuf: Anlayamıyorum sizi. Ne demek istiyorsunuz?

Yazar: Bu küçük sahaf dükkânı nasıl sence? Duvarları beğendin mi? Kitaplardan oluşan duvarlar… İyi fikir, değil mi? Şu ilginç avizelerden başka bir yerde gördün mü hiç? Ya kendi kendine yazan bir daktilo? Daktilo sesini seversin değil mi? Şu resimler aklına uğrayıp kalbine giriyor mu? Hiçbiri öylesine asılmadı. Plaklara bir bak,  onların içlerinde sadece ses yok, söyleyenlerin ruhlarından birer parça var içlerinde. Gramofon eski zamanlarını kokusunu saklı tutuyor ve şarkılarla bu dükkânın içine bırakıveriyor. Şu eski televizyon, altı kanallı, antenli. Hem eskiyi hem şimdiyi gösterir, eğer ben istersem. Radyoyu görüyor musun, üzerindeki işlemeleri… Behçet Necatigil oyunlarını bu radyonun içinde yazardı. Sonra bana verdi.Ben de her şeyi, tüm bu gördüklerini işte, getirdim buraya koydum. Biri dışında Yunus’un Fransızca şiirleri.

Yusuf: Gerçekten anlamıyorum. Ne anlatıyorsunuz?

Yazar: Müziği nasıl buldun? Ben çok severim. Eleni Karaindrou.

Yusuf: Alper Abi nerde?

Yazar: Henüz gelemez.

Yusuf: Niye?

Yazar: Çünkü daha yazmadım Yusuf. Merak etme ama gelecek… Birazdan şu daktiloda oturur yazarım.

Yusuf: Beni korkutuyorsunuz?

Yazar: Korkma, benden sana zarar gelmez. Buraya niçin geldim biliyor musun Yusuf?

Yusuf: Niçin?

Yazar: Sana yakından bakmak istedim, her şey yazdığım gibi mi diye. Görüyorum ki her şey yazdığım gibi. Bir yazar kahramanlarıyla tanışmak ister. Ama sonrası için ne yazacağımı bilmiyorum. Kafası karışık bir adamım ben. Şimdi lütfen otur. Alper Abi gelecek birazdan. Ona benden bahsetme. Gerçi bahsedemezsin. Birazdan daktilonun başına oturduğumda hiçbir şey hatırlamayacaksın. Bu yüzden rahat rahat konuşabilirim. Bugün buraya gelmemin bir sebebi daha var. Bu küçük radyo tiyatrosuna biraz heyecan katmak gerekiyordu, çünkü tekrar etmeye başlamıştım kendimi. Anlıyorsun beni, değil mi Yusuf? Neyse boş ver şimdi bunları… Birazdan Alper Abi gelecek, tam 29 saniye sonra. Sana ilginç bir hikâye okuyacak. Yeni yazdım bu hikâyeyi. Bak şöyle başlıyor: “Kadın oturuyordu. Karşısında bir adam. Pıss… Takk…” Seveceksin. Seni gördüğüme memnun oldum Yusuf.

Yusuf: Eee… Ben de.

Yazar: Peki Yusuf, kitap okumaya devam. Haydi, hoşça kal.

(Yazar, daktilonun başına geçer ve yazmaya başlar. Daktilo sesi gelir. Birden çalan müzik değişir ve gramofondan Yansımalar’ın Bab-ı Esrar isimli parçası çalmaya başlar. Alper içeri girer.)

Alper: Yusuf hoş geldin…

Yusuf: Hoş bulduk Abi. 

Alper: Ne zaman geldin? İçeri nasıl girdin?

Yusuf: Az önce geldim. Kapı açıktı, gramofon da çalıyordu.

Alper: Allah Allah… Neyse, boş ver. Necip Asım’ın Kitap’ını bitirdin mi?

Yusuf: Yok Abi, daha bitiremedim. Ama çok güzel gidiyor.

Alper: Peki, bitir de konuşuruz uzun uzun. Bak gelirken bir dergi aldım. Dergide ilginç bir hikâye var. Gelirken otobüste okudum. Sana da okuyayım.

Yusuf: Hikayenin ismi Durak.

“Kadın oturuyordu. Karşısında bir adam. Pıss… Takk… Sonra insanlar: oturan, ayak duran ya da durmaya çalışan, bir yerlere tutunan ya da tutunamayan, dışarıya ya da içeriye bakan veyahut garip aynalarda kendilerini ya da başkalarını dikizleyen, müzik dinleyen, mırıldanan, rahatsız eden ya da rahatsız olan, kitap okuyan, gazetesini başka gözlerle paylaşan ya da paylaşmak zorunda kalan, telefonla konuşan, mesaj atan, dedikodu yapan, hayal eden, plan kuran, düğmeye basan ya da bastırtan, ders çalışan ya da test çözen, gizlice ağlayan, sinsice gülen, içinden ya da dışından küfreden ve tekrarlayan insanlar pıss ve takk sesleriyle birlikte kademeli olarak karmaşık seslerin geldiği griliğe doğru yürümeye başladılar. Aynı anda karmaşık seslerin geldiği bir başka grilikten yorgun insanlar içeriye doluyordu.

Kadın hâlâ oturuyordu. Karşısındaki adam, nazik bir sesle: “Hanımefendi…” dedi, “Burası Kızılay. Burada inmek zorundasınız.” Kadın başını usulca kaldırdı, gülümsedi. Adam “Maalesef kurallar bunu gerektiriyor.” dedi üzülerek. Kadın, adamın gözlerinin içine baktı ve dedi ki: “Kızılay bir durak mıdır beyefendi? Belki de Kızılay bir otobüstür ve içinde bulunduğumuz dışı kırmızı renkle kaplı ve içerisinde onlarca eskimiş koltuklar bulunan, üzeri ve yanları örtük bu uzunca şey, evet hırıltılı sesler çıkaran bu demir yığını bir duraktır. Ben bu durakta bekliyorum. Bence böyle beyefendi. Ben buna inanıyorum. İstediğim otobüs gelene kadar bekleyeceğim. Şunu da söylemeliyim ki beyefendi: oturmak ve beklemek çoğu zaman yerinde bir eylemdir. Diğer yandan, belki de dünya dönmüyordur da biz dönüyoruzdur. Yani çevreye tepki verebilen ve uzuvları olan bir canlı olarak kafamızı sürekli başka taraflara çevirmiyor muyuz? Hem ayrıca, kafamızı çeviremediğimiz zamanlar vücudumuzu çevirebiliyoruz. İçinde bulunduğumuz yerlerin de çevrilebileceğine inanıyorum. Bu çevirme işi ne zamana kadar devam edecek bilmiyoruz. Ve... (durdu) Her neyse... Yani beyefendi, sonuç olarak ben beklediğim otobüs gelmeden binmeyeceğim ya da sizin ifadenizle ya da kuralların ifadesiyle bu durakta inmeyeceğim. Bu dünya böyle değildir beyefendi. Bu dünya zannettiğiniz gibi değildir.” Adam nazikliğini kaybederek “Ya bu dünya sizin zannettiğiniz gibi değilse hanımefendi?” dedi. Kadın kendinden emin “Bu mümkün değil beyefendi.” dedi, “Çünkü ben buna inanıyorum.” Pıss… Takk…

Adam aceleyle karmaşık seslerin geldiği kapıya yöneldi. Kapı kapanmıştı. Adam telaşla düğmeye bastı. “Lütfen” dedi, “Lütfen kapıyı açar mısınız? İnmem gerekiyor. Kurallar bunu gerektiriyor.“ Kimse onu dinlemedi. Kapı açılmadı. İnsanlara baktı. Hepsi bir şeylerle ilgileniyordu. Onları izledi bir süre. Sonra düşündü. Kadının yanına gitmeye karar verdi. Kalabalığın içinde ilerledi. Pıss… Takk… Kadının oturduğu koltuğa geldi. Nazikçe omzuna dokundu. Sonra heyecanla “Bekleyebilirim” dedi. Omuzun üstündeki baş adama döndü, gülümsedi. Bu kadın, o kadın değildi: “Bekleyelim.” dedi, “Ama neyi?” Kadın gitmişti.”

Yusuf: İlginç bir hikâye, kafamı karıştırdı. Ama hoşuma gitti.

Alper: Beğendiğine sevindim. Bitirince sana vereyim dergiyi, sen de oku, güzel hikâyeler var içinde.

Yusuf: Olur. Necip Asım’ı bitireyim, alırım senden Abi.

Alper: Kahvaltı yaptın mı Yusuf?

Yusuf: Yok Abi, yapmadım. Sen?

Alper: Ben de yapmadım, bugün gecikince hiçbir şey yemeden çıktım evden. Gel istersen sokaktan simit poğaça alalım, peynir de var dolapta. Çayı da demledik mi, deme keyfimize.

Yusuf: Çok güzel olur Abi.

Alper: E, hadi gel çıkalım.

(Yürüme sesi, kapı kilitleme sesi.)

                                                                              -8.Bölüm Sonu-

PAYLAŞ
DEĞERLENDİRİN
YORUM YAP