Canlı Yayın
Dinlediğini Paylaş

Kitap Ayracı

                                                                              KİTAP AYRACI

                                                                           -Radyo Tiyatrosu-

                                                                                 10. BÖLÜM

Yazar: Sevgili dinleyici. Evet, sen. Herkesin birbirinden ayrı bir zamanı yaşadığı dünyada sizinle aynı zamanı paylaşmak ne hoş… Gününüz nasıldı? Ya da, nasıl geçiyor, mu demeliyim. Orada saat kaç? Burada 1’i 29 geçiyor. Solumda ahşap bir pencere var, eski zamanlardan kalma. Tavana kadar uzanıyor. Yalancı güneş var dışarıda, ısıtmıyor. Sonbaharı görmeden kış geldi buralara. Rüzgâr ağacın dallarına dokunup geçiyor, ben üşüyorum. Ya siz? Nasılsınız yani? Canınız sıkılıyor mu? Benimki biraz sıkılıyor. Bazen öyle olur. İnsanın canı sıkılıverir birden. Rüzgâr gibidir can sıkkınlığı, çarpar da anlamazsınız. Teşekkür ederim. Size değil. Yani size de teşekkür etmeliyim tabii. Günün bu saatinde bizi dinliyorsunuz. Ama Hacer Abla’ya dedim ben. Ne zaman üşüsem, hemen çay getirip sessizce koyuyor önüme. Sonra usulca gidiyor. Aslında ben üşüdüğüm zaman kitap okurum. Kitaplar ısıtır beni. Okuduğum kitapta bir buz ülkesi varsa bile orada içinde sobası yanan küçük bir kulübe bulur ve buzlu penceresinden olan biter her şeyi izlerim. Bunları size niye mi anlatıyorum… Sohbet etmek istedim kim olduğunuzu bilmeden. Keşke bilebilseydim kim olduğunuzu. Keşke oturup bir konuşabilseydik karşılıklı. Çay yapardım size. Kahve mi? Yok, ben iyi kahve yapamam. Mahcup olmak istemem size. Ben biraz mahcup bir insanım da. Neyse… Belki bir gün tanışırız sizinle. Daha fazla şişirmeyeyim kafanızı. Teşekkür ederim, vaktinizi ayırıp beni dinlediğiniz için. Birazdan Alper küçük sahaf dükkânını açar, ardından Yusuf gelir. Konuşmaya başlarlar. Neden bu sahaf dükkânına başkası girmiyor, diye soruyorsunuz. Başkaları da girse, daha gerçekçi olur değil mi? Birileri girse, kitap sorsalar, sohbet etseler mesela... Ama işte, bu da bizim dünyamız, bizim gerçeğimiz. Asıl gerçeğin nerede gizli olduğunu kim bilebilir... Allahaısmarladık sevgili dinleyici...

(Kapı açılır. Yusuf, sahaf dükkânına girer. Alper kitap okumaktadır.)

Yusuf: Abi, merhaba.

Alper: Merhaba Yusuf, gelsene… Yeni çay demledim, içersin değil mi?

Yusuf: Olur Abi. Ama kalamayacağım bu defa. Bir çayını içer giderim. Yakınlardaydım, seni göreyim dedim.

Alper: Sağ olasın, iyi yapmışsın.

Yusuf: Bu arada kitabı bitirdim Abi.

Alper: Hangi kitabı?

Yusuf: Necib Asım’ın Kitap’ını.

Alper: Nasıl buldun peki?

Yusuf: Necib Asım’ın kitaplara olan muhabbetine hayran olmamak elde değil. Tam manasıyla adının karşılığını veren bir eser. Kitaba dair her şey bu kitapta var. Okudukça kitap bir eşya olmaktan çıktı ve tüm tarih boyunca yaşamış, bilinen tüm coğrafyalarda bulunmuş, kalbiyle, aklıyla, hisleriyle ve yaşadıklarıyla, yani tüm günahıyla, sevabıyla, gördükleriyle, duyduklarıyla, kederleriyle, sevinçleriyle yüzünde derin çizgileri olan ihtiyar ama dinç bir bilgeye dönüştü.

Alper: Güzel tasvir ettin Yusuf. Ama bir de şöyle düşün. Bizim kültürümüzdeki yeriyle Kitap’ı anlatayım sana: “Türkçede kitap, bir özel isim olarak kullanıldığında anlaşılan mana tektir: Kur’an-ı Kerim. Kitap, âlemleri yaratan yüce Rabbimizin, Allah Teâla’nın ezeli ve ebedi olan kelamıdır ve doğduğumuz andan itibaren bütün varlığımızı kuşatır. Her Müslüman, kitap olarak önce Kur’an-ı Kerim’le karşılaşır. Evin mutena bir köşesinde mutlaka Kur’an-ı Kerim vardır. Müslüman, Kitap’la doğar, Kitap’la yaşar ve Kitap’la ölür. Başucumuzda okunan Kitap’ın sesini işiterek can vermek hepimizin en derin arzusudur.”

Yusuf: Hiç böyle düşünmemiştim.

Alper: “Kitap, kendisine bilme kabiliyeti verilmiş olan insanın bilgiye ulaşma aracıdır. Yeryüzünde bulunuşumuzun sebebi, bu suretle aşikâr olur. Bu yüzden, insanın Kitap’la olan ilişkisi, Allah’a yönelişin ve ona kulluğun bir göstergesidir. Bu gösterge, insanın bilme çabasının sonucu olarak, öğrendiklerini kalem ile söze dönüştürmesini içerir. Böylece ilahi kitaba bağlı olarak insan tarafından telif edilen kitaplar ortaya çıkmıştır. Bu, insan ve kitap arasındaki ilişkinin doğru olan tarafını ifade eder. Ama bütün insanlar iyi olmadığı için, bütün kitaplar da iyi değildir. Bu yüzden, insanın zulme ve cehalete boğulduğu, kitabın kepeğe dönüştüğü günümüzde hakiki manada kitaba yönelmek, bizi kuşatan çirkinlik ve kötülüklerden uzaklaşmanın emin bir yoludur. Bu sadece kendimizi değil, kitabı da korumak anlamına gelecektir. Çünkü bugün insan da kitap da elektronik bir aygıta dönüşüyor. Kitabın değerini her zamankinden fazla hatırlamak gerekiyor. Ve tabii, kitabı sevmek, onunla meşgul olmak, onu tanımak…”

Yusuf: Şimdi bu söylediklerini düşününce Necip Asım’ın bu kitabı neden yazdığını daha iyi anlıyorum.

Alper: Biliyor musun, Necip Asım’ın yazdığı bu eser, Türkçede, konusu kitap, kitabın tarihi olan tek telif eserdir.

Yusuf: Bunu bilmiyordum. Ama şaşırmadım Abi. Önce kitabın tarihini, başlangıcından itibaren ilginç detaylarla vermiş. Sonra yazının tarihinden, yazma eserlere, kitap meraklılarından, kitap falcılığına, matbaacılıktan imza ve mühre varıncaya kadar, kitabı oluşturan bütün unsurlar ve kitapla ilgili bütün konular hakkında bilgileri muhabbetiyle nakşetmiş.

Alper: Tam da dediğin gibi Yusuf… tüm bunların yanı sıra, Kitap, II. Abdülhamid döneminde eser vermeye başlamış bir Osmanlı müellifinin düşünce dünyasını da bizlere yansıtıyor. Yani her açıdan değerli bir kitap… O yüzden seninle paylaştım ve Kitap’ı beğenmene sevindim. Biliyor musun bu kitabın bende Osmanlıca nüshası var.

Yusuf: Gerçekten mi?

Alper: Evet. 1311 yani 1893 tarihli. Yani Osmanlıca… Gariptir, sonra yüz yıl basılmamış bu kitap, ne acı!..100 yıl sonra, yani doksanlı yıllarda bir yayınevi Latin harfleriyle ve sadeleştirerek yayımladı ama… Kitapta o kadar çok okuma ve anlama yanlışı vardı ki, yeniden hazırlanıp basılması gerekiyordu. Nihayet elindeki kitap 3-4 yıl önce yeniden hazırlanıp yayımlandı. Bu, Büyüyenay Yayınları’nın ilk kitabı. Bir yayınevinin ilk kitabının isminin Kitap olması ve böyle değerli bir eser olması çok güzel değil mi?

Yusuf: Kitabı böyle özenle ve hatasız hazırlayan Ali Yıldız’a ve Mustafa Kirenci’ye özel teşekkür etmek lazım.  

Alper: Öyle…

Yusuf: Peki Abi, güzel sohbetin için teşekkür ederim. Ben iznini isteyeyim.

Alper: İzin ne demek Yusuf…  Müsait olduğunda yine gel, beni ihmal etme.

Yusuf: (Tebessümle) Olur Abi. Hadi Allahaısmarladık.

Alper: Güle güle…

-10.Bölüm Sonu-

 

 

PAYLAŞ
DEĞERLENDİRİN
YORUM YAP