Canlı Yayın
Dinlediğini Paylaş

Kitap Ayracı

                                                                                      KİTAP AYRACI

                                                                                    -Radyo Tiyatrosu-

                                                                                         5. BÖLÜM

(Yusuf dükkâna girer. Alper Bey kitap okumaktadır.)

Yusuf: Selamünaleyküm.

Alper: Aleykümselam. Hoş geldin Yusufçuğum.

Yusuf: Hoş bulduk, teşekkür ederim. Buldunuz mu kitabı?

Alper: Hangi kitabı?

Yusuf: Hani geçen gün sahaflara gideceğim demiştiniz ya, bir kitap arıyordunuz?

Alper: Buldum buldum. İşte bu kitap!

Yusuf: Bakabilir miyim?

Alper: Tabii ki… (kitabı uzatır) Buyur.

Yusuf: Ataullah İskenderî, Tasavvufî Hikmetler, Hikem-i Atâiyye.

Alper: Medeniyetimizde kabul gördüğü isimle Hikem.

Yusuf: Biliyorum ben kitabı. İsmini çok duymuştum. Fas’ta da âlimlerin çok başvurduğu kitaplardan birisidir.

Alper: Muhakkak öyle. Ataullah İskenderî’nin düşünceleri Mevlânâ ve İbn Arabî’nin eserleri gibi, tüm tasavvuf çevrelerini etkilemiştir. Eserleri senin geldiğin yer Kuzey Afrika başta olmak üzere İslam ülkelerinde bilinmekte, tüm dünyada tasavvufla uğraşanlarca okunmaktadır. Hikem tüm İslâm dünyası için çok kıymetli bir eser. Sufiler Hikem için ne derler, bilir misin Yusuf?

Yusuf: Ne derler?

Alper: Derler ki: “Namazda Kur’an’dan başka bir metin okumaya izin olsaydı Hikem okunurdu”. Tasavvuf kitabiyatında çok önemli bir yeri vardır Hikem’in. Dünya dillerine yapılan tercüme ve şerhlerin sayısı yetmişi aşmıştır. Ataullah İskenderi tasavvufî hikmetleri ve ıstılahları şiir diliyle kısa ve özlü bir şekilde anlatır, müthiş bir dili vardır gerçekten. Türkçede de tercümeleri çoktur. Ama ben en çok bu tercümeyi severim. Çok derli toplu, tercümenin haricinde bir sürü de bilgi veriyor Mustafa Kara. Açıklamaları, ayet ve hadislere kaynak göstermesi, hikmetlere sıra numarası koyması, Hikem’e yazılan şerhlere yer vermesi de kitabı özel kılıyor. Bende vardı aslında bu kitap. Bir arkadaşa hediye etmiştim. Tekrar sahip olduğuma çok sevindim.

Yusuf: Siz okuyunca ben de alıp okuyabilir miyim?

Alper: Tabii ki Yusuf, bu kitabı okumanı çok isterim. Ataullah İskenderî büyük bir mutasavvıf, büyük bir âlim. En meşhur yönü kitleleri derinden etkileyen hitabet tarzı, sohbetleri… Cezbedici, düşündürücü ve ufuk verici bir üsluba sahip, Hikem’i okuyunca sen de göreceksin. Onun tasavvuf düşüncesi riya ve şöhretten uzak bir ibadete, Allah’ın beğendiği davranışları yapmaya, tevekküle, teslimiyete ve recâya bağlıdır.

Yusuf: Recâ ne demek?

Alper: Bu bir tasavvuf terimidir. Kulun Allah’ın rahmetine güvenerek ümit içinde olması anlamına gelir. Bak kitabın girişinde Mustafa Kara ne diyor, Ataullah İskenderî’yle ilgili? “Sözleri aşk ve cezbenin coşkunluğunu değil, tefekkürün hassas inceliklerini sergiler.” Gerçekten de böyledir. İnsan bu sözler karşısında ince bir çarpılmayla irkilir, baktığı şeyleri görmediğini fark eder, kalbiyle düşünmeye başlar ve sonra ferah, ışıklı bir yolun başında bulur kendini. İskenderî böyledir. Böyledir de… Anlat bakalım Yusuf? Asaf Halet nasıldır? Yarım kaldı geçen sefer.

Yusuf: O gün Asaf Hâlet için bu dünyadaki tüm geleneklerin özünü, yani insanı anlatıyor demiştiniz. Aklıma takıldı bu?

Alper: Gelenek dediğimiz şey insandan mülhemdir, yani insandan insanın içinden yola çıkar. Hakikatin içine doğmuştur insan. İnsan da Hakikatten yola çıkar. Kimi bilerek yapar bunu farkındadır, kimi bilmeyerek. Ama insanın hakikatle kurduğu ilişki, Tanrıyı, eşyayı, kendini anlama ve anlatma serüveniyle başlar. Gelenek bir birikim, gelenek bir mirastır. Gelenek geçmiş, bugün ve yarın üçgeninde gezinen ruhtur. Öznesi insan ve insanın eylemleridir. Çıktığı yer insanın özüdür. Araştırmacılar, eleştirmenler Asaf Halet için birkaç şiirinden yola çıkarak pek çok ve farklı yorumlarda bulunuyorlar. Kimisi Hint öğretilerinden, Budist felsefeden, Hint edebiyatından yola çıktığını söylüyor. Kimisi tasavvuf geleneğinden, İslam kültüründen etkilendiğini söylüyor, kimisi de Türk masallarından, Doğu medeniyetinin asli unsurlarından… Ben Asaf Halet’in şiirinin kökleri Doğudan çıksa da insanın özüyle kurduğu ilişki bakımından evrensel bir gelenek anlayışına tâbi olduğunu, ya da geleneği insanın özünden yola çıkan ve yaşayan bir ruh olarak gördüğünü düşünüyorum.

Yusuf: Benim de şiirleri okuyunca dikkatimi çeken birkaç şey oldu. İlk aklıma geleni çocuk. Sanki masalların içinde yaşayan, tekerlemelerle ve o tertemiz, saf dünyasıyla çocuk.

Alper: Asaf Halet’te çocuğun kavranışı çok özeldir. Dur şurada bir yerde bütün yazıları vardı. (Biraz arar…) Nerede nerede… Tamam. Burada işte. (Kitabı açar.) Bak Yusuf, ben okuduğum kitaplarda önemsediğim, sevdiğim yerlerin altını çizerim. Görüyor musun, altı çizili yerler, sağda solda küçük notlar… Neredeydi o yer? Sonlarda mıydı acaba? Tabii ya konuşmalarında geçiyordu. (Kitabı karıştırır.) Buldum. Bak okuyayım sana. Çelebi, bir konuşmasında çocukluğundan şöyle bahsediyor: “Çocukluğum, benim hiç unutamadığım en güzel zamanımdır. Kendi kendime kaldığım zaman, en çok sığındığım yer hep çocukluğumdur. Rüyalarımda hep o çocukluğumu görürüm. Eski evlerimizin sahipsiz olarak, saf temiz, çok temiz, çok hisli, baştanbaşa muhabbet olan çocukluğum. Bu dünyaya ait olan intibalarım hakikaten çok güzel şeylerdi. Zaten geçince onlardaki güzelliği, safiyeti başka şeylerde bulamadım.” Hani dedim ya tüm geleneklerin özü insandır diye. İnsanın katışıksız hâli de, o ilk temiz hâli de çocuktur. Bu yüzden Asaf Halet çocuğu, eğitimle ruhu değiştirilmeden önceki, saf ve samimi çocuğu geleneğin bir parçası, bir taşıyıcısı olarak görür ve kendini ona yakın hisseder. Çelebi’nin istediği insanın saf olana ve öncelikle çocukluktaki saflığa dönebilmesidir. Ancak bundan sonra ve böyle bir saflıkla başlayacaktır gerçek iklim.

Yusuf: Güzel bir çocukluğun etkisi de var tabii bu düşüncelerde. Osmanlı’nın son döneminde çocukluğunu geçiriyor değil mi?

Alper: Evet. Asaf Halet, Osmanlı kültür iklimine aittir ve bunda İstanbul’un konumu ve oluşturduğu manevi iklimin de payı büyüktür. Asaf Hâlet’in şiir ve yazılarındaki çeşitlilik ve çeşitlilikle de kalmayan derinliğin temeli kuşkusuz onun küçük yaşlarında atılmıştır diye düşünüyorum Yusuf. Her ne kadar Osmanlı’nın kültür ikliminin asgari şekilde hayatın içinde yer aldığı bir dönemde geçse de çocukluğu ona temeli atanlar Osmanlı’ya ait, Osmanlı’nın kültür iklimini yaşayan münevver kişilerdi ve bünyelerinde Doğu’nun büyük hazinelerini canlı tutuyorlardı.

Yusuf: Nasıl yani?

Alper: Şöyle Yusufçuğum. Babası Sait Hâlet Bey sufi edebiyatıyla ilgileniyor ve ondan küçük yaşlarda Fransızca ve Farsça öğreniyor. Bir Mevlevî şeyhinden Remzi Efendi’ydi sanırım ve bir de ünlü Rauf Yekta Bey’den yıllarca musiki ve nota dersleri alıyor. İstanbul’un en güzel yerleri, Cihangir ve Beylerbeyi’nde geçiyor çocukluğu, masalların bolca anlatıldığı güzel bir konakta.

Yusuf: Şiirlerinde hissettiğim şeylerden biri de İstanbul’un iklimiydi.

Alper: Asaf Hâlet de İstanbul’un ikliminde tüm doğuyu yaşayarak büyür. Bak çok güzel bir yer var yine kitapta, çok hoşuma gider İstanbul’u böyle anlatışı. (Sayfaları karıştırır…) Burası işte… “Çin ve maçini, Acemistan ve frangistanı ben hep İstanbul zaviyesinden gördüm. Oralarını hep İstanbul’un içindeyken gezdim ve gezmekteyim.” Şurası da çok güzel: “İstanbul benim ağzıma dil, kulaklarıma ses, gözlerime bakış olur. Böylece bazen dilim Çamlıca’ya gözüm Boğaz’a ve kulaklarım Beyoğlu’nda çıkar ve oradaki acabiattan haber alır gelir. İbrahim Nebi Salkımsöğüt’te, Ferhad Çamlıca’da oturmuşlardır. Asuriler bizim çınara kelle asmışlardır ve Topkapı Sarayında da yalnız Çengidilâra otururdu. Bütün masallar İstanbul’da zuhur etmiştir, ancak o zamandaki insanları görmek ve İstanbul’a sığdırmak için mikroskopla bakmak gerekirdi ki bu mikroskoptan bir tane bende var. Boğaziçi’ndeki muazzam yalının somaki direklerinde güneşi seyrederken dedem, kerevetin altından bir bodruma iner ve Hint’ten getirdiği adamlarla simya arardı; bununla beraber simyayı ben buldum, kimseye de öğretmeyeceğim.

Yusuf: Gerçekten çok güzel anlatıyor. Şiirleri de kadar yazıları, konuşmaları da çok büyülü, çok güzel.

Alper: Sevdin ha bizim garip Çelebimizi.

Yusuf: Evet, çok sevdim.

Alper: O zaman bir şiir okuyalım Asaf Halet’ten ne dersin?

Yusuf: Olur, çok güzel olur.

Alper:

Adımı unuttum

           Adı olmıyan yerlerde

Ne in

           Ne cin

           Ne benî âdem

Zamanlar içinde

Kuşlar uçuyor

Kervanlar geçiyor

                     Bir iğne deliğinden

 

Çarşılar kuruluyor

Sarayları oyuncak

           İnsanları karınca şehirler

Zamanları gördün mü?

                    Bir iğne deliğinden

 

Adımı unuttum

           Adı olmayan yerlerde

Geçip gidenlere bakarak

 

Yusuf: Çok güzel bir şiir gerçekten. Şiirlerin hepsi çok güzel. Ama bu “Om mani padme hum” ne demek. Çok eski ve kimsenin bilmediği, ama bu dünyaya benzer bir dünyadan yazılmış gibi.

Alper: Bizim bilmediğimiz bir dünya sadece Yusuf. Ne kadar okusak, duysak, görsek de eksik bileceğiz. Om mani padme hum. Doğunun gizemini saklayan bir söz bu. Tibet’te, evlerin, manastırların, kasaba ve köylerin duvarlarında yazılı bir söz. Aydınlanmış ruhun düşmanları olan tutkulara, aymazlıklara, nefrete ve bu tür duygulara karşı bir meydan okuma ifadesi. “Nilüfer çiçeğinin içindeki mücevher!” diye meydan okuyor kötü duygulara. Asaf Halet şiirlerinde çok eski metinleri, kutsal kitaplardaki ifadeleri kullanır, bunlarla ses tekrarları yapar ve insanı birden o bilmediği, ilginç âlemin içine sokuverir. İnsana kendini bildirirken hayrete düşürür. İşte böyle Yusuf. Sana Asaf Halet’ten bir şiir daha okuyayım da, sonra gidelim sana bir Türk kahvesi ısmarlayayım. Ne dersin?

Yusuf: Olur, ama bi şartım var. madem kitaplar sizden, kahveler de benden olsun.

Alper: Olur, Yusuf tamam. Kahveler senden olsun.

Yusuf: Ama siz önce şiiri okuyun tabii.

Alper: Peki…

Bir vardım

Bir yoktum,

Ben doğdum

Selimi sâlis'in köşkünde

 

Sebepsiz hüzün hocamdı

Loş odalar mektebinde

Harem ağaları lalaydı

Kara sevdâma

Uyudum

Büyüdüm

ve nûrusiyâh'a ağladım

 

Nûrusiyâh'a ağladığım zaman

Annem sûzudilâra idi

ve babam bir tambur

Annem sustu

Babam küstü

Ama ben niçin hâlâ nûrusiyâh'a ağlarım

nûrusiyâaah

nûrusiyâaahhh

 

Yusuf: Nûrusiyah ne demek?

Alper: Siyah nur demek. Kadir gecesi mümin olanlara güneş, bütün mahiyeti ve şaşasıyla görünürmüş. ama siyah bir nur olarak. Böyle işte Yusuf. Hadi gel şimdi çıkalım. Çelebi’yi konuşmaya kahvemizi içerken devam ederiz.

Yusuf: Peki.

-5.Bölüm Sonu-

PAYLAŞ
DEĞERLENDİRİN
YORUM YAP